• Blog

    Açlık

    Çare ve çaresizliğe dair… Üniversiteye başladım. Yaşım 27, Eskişehir’deyim, ikinci dönem yani kış ortası. . Botum var ama altı yarık, ayaklarım hep ıslak. Söylemiyorum kimseye. Üzerimde mantom falan yok. Milyoncudan aldığım bir kadıfe ceketim var sadece, onun da kolları kısa. Kimseye dert yanmıyorum yine de. Evsizim. Orada burada kalıyorum. Genellikle gece gidip sabah çıkıyorum insanları rahatsız etmemek için ve işin kötüsü açım. O günlerde sürekli açtım. Param yoktu, okula yürüyerek gidip geliyorum, ders kaçırmamaya gayret ediyorum ve açlıkla boğuşuyorum. İşin garibi böyle gelecek güzel günlerden bahseden bir grup zerzevat da var çevremde ama kimse bir kere bile aç mısın, yüzün solmuş demiyordu. Bu arada 45 kiloyum ve gitgide kilo veriyorum.…

  • İşlerim

    Uyku Arkadaşı

    Geçiş nesnesi uyku arkadaşlarım tamamen kendi tasarımım ve çocuk psikolojisinin en önemli isimlerinden Prof Dr. Donald Winnicott okurken kafamda şekillenen bir oyuncak. (Sadece örmüyorum. Öreceğim şeylere kafa yoruyorum elimden geldiğince. Sanırım bu işi sevmenin en güzel yolu bu.) 🤗 Şimdi bu uyku arkadaşı ve geçiş nesnesini biraz anlatmak istiyorum. Önce sadece meme var. Bebeğe sunuluyor ama bebek onu sunulmuş gibi algılamıyor zaten. O meme bebeğin. Kelimenin tam anlamıyla bebek memeyi kendinin parçası sanıyor. Onu hem nesnel olarak kendinin sanıyor, hem de adeta büyüsel bir şey olarak kendinin. Yeterince iyi anne (bu da Winnicott tanımıdır), aslında memeye sığıyor. Tam acıktığı anda, tam istediği gibi emrine amade bir meme anne. Tüm bu…

  • Blog

    Keşke Benim Evim de Yansaydı….

    Biliyor musunuz benim hiç evim olmadı. (nereden bileceksiniz?)Yani tapulu mapulu bir mülküm olmadı hiç. Çok da istedim yalan değil. Sevdiğim neredeyse evim orası oldu. Çok ev değiştirdik, çok eve çok anılar bıraktık. Bugün Heybeliada sokaklarında gezerken “burası ilk seviştiğimiz ev, burada evlenince ev tuttuk, bu evde oğluma hamile kaldım,  şu evde otururken Umur doğdu, aa bu ev Ati’nin adadaki ilk evi, bak bu konakta üç kış oturmuştun” …. diye uzayan sohbetler yapıyoruz.Bunlar bizim evlerimiz işte. Hiç evi olmamış ben (ev derken tapu tapu,  bildin mi?) hatta bir evle kök-bağı olmayan ben BİLE,  bir yetkilinin çıkıp “öyle evler yapacağız ki, keşke benim evim de yansaydı diyecekler” demeci karşısında şaşkınlıktan kalakalıyorum. Ben…

  • Kitap

    Kassandra Christa Wolf

    Yine bir işe giderken kitap almanın saadeti yazısıyla karşınızdayım. Kitaplığımda çok eski Afa baskısı olan Kassandra’yı İş Kültür yeniden bastı geçenlerde, eski basım kıymetlim, yenisi de neden olmasın deyip aldım. Diğeri de İstanbul ve Boğaziçi. Bizim ayrı kitaplığımız var İstanbul üzerine, orada kitap ayrımı, seçimi yapmam. Ne varsa sahaflarda, kitapçılarda alırım. Bu kitabı da araştırıp almadım, tamamen “söz konusu İstanbul ise gerisi teferruattır” durumu. Perde sürgünde açılıyor. Troya düşmüş, Agamemnon güzel Kassandra’yı esiri olarak evine getirmiş. Bundan sonrasını da görüyor Kassandra ama geleceği bilmek bir lanet. Yunan mitolojisinde lanetlilerin ayrı bir yeri var. Suçları hep bir tanrıyı kızdırmak. Kassandra’da aşkına cevap vermeyerek Apollon’u kızdırıyor ve Apollon onu geleceği bilmekle lanetliyor.…

  • Blog

    Oyunun Kahramanı

    Oyunun kahramanı oyuncak değil çocuktur. Bu yüzden oyuncağın çocuğu yönlendirmesi değil çocuğun oyunu yönlendirmesi gerekir. Oyuncak pasif olursa çocuk hayal dünyasını  hiçbir engele takılmadan genişletebilir. Buna ister pasif oyuncak diyelim, ister çocuk aracı nesnesi diyelim, bir oyuncağın olabildiğince basit olması çocukların bilişsel gelişimleri için çok önemli. Şöyle örnek verebiliriz: Çocuğun önüne bir boyama kağıdı verdiğimizde sadece daha iyi boyamayı hedefleyecektir beyni. Çünkü hayal edebileceği tek şey renklerle sınırlandırılmıştır.  Ama boş bir kağıda kendi resim çizdiğinde boyutlar, formlar, renkler ve  kompozisyon  çocuğun ellerinde dans edecek,  o evren kadar geniş hayal dünyası kendine sağlıklı bir akış bulacak. Bu yüzden bir çocuk özellikle istemedikçe bebek ve oyuncaklarıma ağız işlemiyorum ve yüz ifadesi vermiyorum.…

  • Blog

    Virüs – Hint Filmi

    Merhaba. Filmle geldim. Hoş geldim bence. Filmin adı Virüs (aaa ne ilginç, hiç bilmeyiz öyle virüs falan biz, bize ters! )2019 Hint yapımı Yakın zamanda Hindistan’ın Kerala eyaletinde yaşanan Nipah Virüs salgınını anlatan, belgesel öğeleri çok fazla bir kurgu film. O kadar gerçekçi çekilmiş ki kimi sahnelerde film değil de gerçek toplantının ya da hastane acilinin kameraya alınmış halini izliyormuş gibi hissediyor insan. Oyunculuklar da yalın. Bu salgında ölen hemşire Lini DSÖ tarafından onurlandırılmış. Hikayesi can yakıyor gerçekten de. İlk vakadan itibaren filyasyon, takip nasıl yapılır, bulaşma öngörüleri nasıl oluşturulur, hastalık nasıl geriye doğru izlenir, salgında siyset nasıl yapılır noktasında inanılmaz bilgilendirici. Bir de bu Hintliler kafalarını yanlara sallayarak konuşuyorlarmış.…

  • Kitap

    Poe, Tolkien ve Yeni Yıl

    Kendime yılbaşı hediyesi aldım çünkü canım kendim. 😁😁Neyse ikisinin de hikayesi var. Yüzüklerin Efendisi’ni sanırım ilk Türkçe baskısı yapıldığında duydum. Nasıl zor günler, hem psikolojik hem de maddi olarak. Bir arkadaşıma gelmiş, ödünç istedim. “Tabii vereyim ama bana hitap etmedi, kız kardeşime yollayacağım, 2 hafta nasıl?” Tamam, bitiririm dedim. Okumaya başladım ve elimden bırakmadan üç cildi de minimum uyku ile yanılmıyorsam 50-55 saatte bitirdim. Evet gözler kan çanağı, ama Orta Dünya’ya düştüm bir kere ve orada yaşamayı çok sevdim. Yıllar içinde Orta Dünya evreni okumalarım devam etti, hemen her kitabını aldım, Tolkien mitolojisini iyice öğrendim de. Hurin’in Çocukları, Hobbit, Küçük Öyküler, Silmarillion, Gondolin’in Düşüşü, Beren ile Luthien ve daha pek…

  • Kitap

    Seninle Başlamadı

    Son günlerin haber, bilgi, bilinemezlik bombardımanı. Haber dediysem genelde üzücü haberler. Bu günler bir şekilde geçecek, hep geçti. Kimimiz geçti bitti diyebileceğiz, kimimiz diyemeyeceğiz ve insanlık tarihinin tüm yaşananları gibi bu pandemi de, biz artık olsak da olmasak da bizden sonraki kuşaklara aktarılacak. Seninle Başlamadı tam da bunu anlatıyor. Bu kitapta daha çok aile travmalarından bahsedilse de toplumsal olarak yaşananların da hormonlar, genler ile kuşaktan kuşağa bize nasıl geçtiği, sebebini bilmediğimiz pek çok korku ve tepkinin aslında bizden bir kaç nesil öncesinden miras kaldığı ele alınıyor. Bu günlerde bana iyi gelfi bu kitap. Pişmanlık ve Yeniden Doğuş’un yazarını çık merak ediyordu eşim, ona hediye ettim. Ursula ise her daim kitaplığımızın…

  • Kitap

    Seksoloji Mecmuası

    Sabah erken kalktıysam geri devrilip yatmayı çok severim, eminim sizden de bunu seven vardır. O devrilme sonrasında biraz kitap okumayı da severim. Dün sabah da uyandım ve aaa kitap yok yakınımda. Oflaya puflaya kalktım, kitaplığa gittim ve en az yedi yıldır rafta olup (en az diyorum çünkü bu eve taşınmadan önce yoktu eminim) hiç dikkatimi çekmeyen bu kitap dikkatimi çekiverdi. Sahi neydi bu? Kitap değilmiş dergiymiş. Bu 9. Cildi ve 1949-1954 yılları arasında yayınlanmış. Derginin isim babası eski İstanbul valilerinden Fahrettin Kerim Gökay. Vali olmadan kısa süre önce kurulan dergiye isim babası oluyor ve dergi kurulunca savcı soruşturma açtığında dergiyi savunuyor, vali olduğunda da destek veriyor. Kurucusu Orhan Karaveli ve…

  • Blog

    Otistik mi, Otizmli mi?

    Ben bugün yıllardır, otistik yazanları “hayır otistik değil otizmli” diye düzelterek hata ettiğimi öğrendim. Meğer yerine ve konteksine göre iki kullanım da doğruymuş. “Önce birey” dili savunucuları otizmli (with autism person) sözcüğünü yeğliyorlar. Çünkü onlara göre otizm bir etiket ve bireyi anlatırken otistik demek onun diğer tüm varlık değerlerini yok sayıp sırf bu etikete yoğunlaşılmasını ve kişinin bir nevi engelliliği ile değerlendirildiğini öne sürüyorlar. Ayrıca otistik tanımını aşağılayıcı buluyorlar. Buna karşı çıkanlar ise otistik (autistic) teriminin, otizmin bireyin tüm deneyimlerine yön verdiğini daha iyi anlsttığımı söylüyorlar. Onlara göre otizmli dendiğinde sanki yakalanıp iyileşebilecek bir hastalık gibi algılanıyor, oysa otizm kişinin dünyadaki tüm deneyimine nüfuz eden bir varoluş tarzı. Bunun savunucularından…

  • Blog

    Değerli Yalnızlığa Ek

    Değerli yalnızlığa ek olarak: . . ‌Çocuk kendilik algılamasını anne ile birlikte ve annenin sunduğu kucaklayıcı çevre sayesinde gerçekleştirir. Çocuk bu güven ortamında, dış dünyanın güçlüklerinden yılmayacak bir kendine güven olgusu geliştirir. Çocuk bunu geliştirirken annenin ayna yanıtlarına çok bağlıdır. Çünkü her anne, kendi özgüveni ile o güvenli çevreyi yaratacak kapasiteye sahiptir. ‌ ‌Annenin tavrı çocuğun #değerliyalnızlık kapasitesinin gelişiminde de önemli rol oynar. Anne sadece çocuğun fiziki, bilişsel, duygusal ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmemeli, onun sakinliğini gereksiz uyaranlarla bölmemelidir. Anne talepsiz bir şekilde çocuğun yalnızlığına da eşlik edebilir. Anne çocuğun gelişimiyle doğru oranda çocuktan uzaklaşarak çocuğu gerçekliğe hazırlar. Tam tersi bir durum, çocuğun özgüven duygusu geliştiremeden kendini annenin ve çevrenin taleplerine göre…

  • Blog,  Kitap

    İlk Gerçeklik ve Geçiş Nesnesi

    Kitabın altındaki örtü eşimin bebeklik battaniyesi. Bebeklikten beri korunan bir şeyinin olması çok güzel elbette. Ben de oğlumun ilk battaniyesini koruyorum. Bunu evde ilk çıkardığımızda hatırladı hemen. Aldı, açtı, köşesini sıktı, kokladı. Battaniyenin tam o köşesi daha çok yıpranmış zaten O hep sıkılan ve dişlenen köşe. Aradan 50 yıl da geçse bize aynı battaniyenin aynı köşesini hatırlatan o bilinçaltı var ya o, işte gerçekliğimizin de ilk farkına varışımız. Önce sadece meme var. Bebeğe sunuluyor ama bebek onu sunulmuş gibi algılamıyor zaten. O meme bebeğin. Kelimenin tam anlamıyla bebek memeyi kendinin parçası sanıyor. Onu hem nesnel olarak kendinin sanıyor, hem de adeta büyüsel bir şey olarak kendinin. Yeterince iyi anne aslında…

  • Blog

    Aşı Karşıtlığı Üzerine

    Ben bugün aşı karşıtlığının yeni moda olmadığını, aşılama tarihinin aslında aşı karşıtlığı tarihi olduğunu öğrendim. 1767’de sütçü kızların inek çiçek hastalığına bağışık oldukları fark edilince çiçek aşılaması başlar. Ancak aşırı muhafazakar teologlar ve doktorlar aşılamaya kesinlikle karşı çıkar. Sebebi ise, çiçek hastalığının Tanrının insanlar üzerindeki hükmü olduğu ve aşılamanın tanrının gazabına uğrama riskini arttırdığı inancı. Aşılamayı insanları tanrıdan uzaklaştırıp şeytana yakınlaşma aracı olarak gören bu muhafazakarlar, doktorları da tehdit ederler ve bu durum İngiltere’de kimi doktorların evlerine bomba atılmasına kadar gider. Diğer yandan bazı teologlar da, azaptan kaçınmanın tanrının buyruğuna karşı çıkmak olmayacağı ile ilgili görüşler geliştirir. Aşılama ile ilgili tartışmalar, aşıların yarar ve zararları ya da bilimsel düzlemden öte…

  • Kitap

    Animal Triste

    Güzeldi. Her şeyi hatırlayıp aşkı da bunların arasında hatırlamak ya da unutmak yerine her şeyi unutup sadece aşkı hatırlayan bir kadın. Her şeye bu çerçevede bakınca da adeta zamanı aşkın çevresinde örüyor. Diyor ki bir yerde: “Her şeyi hatırlamayı unutmak çok zamanımı aldı.” Hafıza dediğimiz şey gerçekten de çok karmaşık ve Monika Maron, Doğu ve Batı Almanya kimlik bunalımını da romanın satırları arasına yedirip zamana, aşka ve cinselliğe dair bol içgörülü bir kitap yazmış. Cümle cümle düşündürüyor çoğu yerinde. Adına gelince eski bir Latince deyişten alıyor. Omne animal triste post coitum: Her hayvan cinsel birleşme sonrası hüzünlüdür. Deyişin devamı da var ama konu o değil. Belki de bittiğinde hayatımızda hatırlamaya…

  • Kitap

    Güneşin Altın Elmaları

    Yıllardır edindiğim bir alışkanlıktır. Kitap okurken örgü örebilirim. Hatta kimi zaman kafamı daha iyi toplamama ve okuduğum şeyin içine daha çok girmeme bile yardımcı olur. (Tabi şişe bakmadan örebileceğim modeller için geçerli bu) Sizin okurken yapabildiğiniz bu tür şeyler var mı? Mesela ben müzik dinleyemem kitap okurken, ama kalabalığın sesi hiç etkilemez. ——————————————————————- Ray Bradbury’nin Güneşin Altın Elmaları kitabı bilimkurgu öykü derlemelerinden oluşuyor. Düşündürücü, kimi zaman duygusal dozu yüksek öyküler bunlar. Şu ana dek okuduklarımdan Boşluk adlı öyküye bayıldım. “İki kadın birer iğne gibi geçti, bir ağacı diğerine parfümleriyle dikerek. Gözleri doluydu ama yine de her ayrıntıyı, her gölgeyi, her bir meşe ya da karaağacı, aşağıdan geçen yılankavi yoldaki her…

  • Kitap

    Maldoror’un Şarkıları

    Adam, yazar, şeytan(?), şair, işte her kimse bu kitabı yazan Lautreamont zaten daha ilk şarkıda uyarıyor okuru. Geri bas diyor. Eğer keskin bir mantığa sahip değilsen geri adım at. Eğer kuşkun gerilimine denk değilse başlama! On yıl var ki belki yüz kere bu satırları okuyup geçtim. Geri adım atmayacağım diye her elime alışımda en fazla elli sayfa, hadi bilemedim yetmiş sayfa, sonra en arkalarına attım kitaplığın. Belki tüm zamanların yazılmış en saykodelik kitabıdır bu kimbilir? Ben daha çılgıncasına denk gelmedim. Loğrömon (böyle okunuyor) Maldoror’un Şarkılarını 22 yaşında bitirmiş. Çoğunu lisede yazmış şiirin. Zaten 24 yaşında da intihar etmiş kitabının basıldığını göremeden. Omuzları dar diye nitelendirdiği ünlülerden olamamış yani. Ama Aragon’dan…

  • Kitap

    Huzur ve Mahur Beste

    Mahur Beste’yi bir anlatışı vardır okumalara doyamazsın. Kitaptan taşar Dede Efendi’nin Mahur Beste’si… Hatta Tanpınar bununla da yetinmez Mahur Beste adında başka bir kitap da yazar. (Bambaşka bir eserdir, içinde Dede Efendi aramayın.) Huzur denince aklıma ilk gelendir Mahur Beste. Batı Doğu… Entelijansiyamızın değişmez sorunudur. Edebiyatta, sanatta aslında bu doğu-batı sorunsalı çok işlenmesine rağmen derinliğine fazlasıyla inilmediğinden midir nedir bugün entel-dantel söylemini kapıları açmış olabilir mi? Mümkün! Tanpınar’ın bu tartışmaya sağlam argümanlarla katıldığını eserinde görebiliriz. Tanpınar’ın Huzur’unda kendi kültürünü üreten ve yaşayan bir İstanbul ve hüzünlü bir aşk öyküsü var. Suad, Nuran, Mümtaz, İhsan… Karakterlerin başarıyla çizilen içsel dünyası ve yazarın usta betimlemeleri…. ” Bu, sabahın sazlarını denemeye hazırlandığı saatti.…

  • Kitap

    Annelik Kurguları /Cogito 81

    Şimdi bu annelik denen şey çok karmaşık geldi bana. Hamilesin iyi, doğurdun güzel. Memene yapıştı cok cok emdi büyüyor, süper. Çooook seviyoruz, en çok, en bi çok seviyoruz. Eee peki bu mu yani! Üstelik Elisabeth Badinter “annelik sevgisi diye bir şey yok, aslında sadece sevgi var” demiş ve bunu taa yıllar önce okumuşum, üstelik kendi annemle deneyimimde sevgi en aklıma gelmeyen kavram falan. Cidden, doğurdum da nedir yani dediğim az olmadı. Kendi anneliğimin ötesinde bir annelik var. Kuşatılmış bir annelik bu. Taa ilk dinlere ilham veren bir annelik. Okulda da ana tanrıça çalıştım hep. Ana tanrıçaların doğurmadığını biliyorum. Artemis, Kybele… Üstelik çocuk düşmanı bu tanrıçalar. Artemis mesela Niobe’nin altı çocuğunu…