Kitap

Seksoloji Mecmuası

Sabah erken kalktıysam geri devrilip yatmayı çok severim, eminim sizden de bunu seven vardır. O devrilme sonrasında biraz kitap okumayı da severim. Dün sabah da uyandım ve aaa kitap yok yakınımda. Oflaya puflaya kalktım, kitaplığa gittim ve en az yedi yıldır rafta olup (en az diyorum çünkü bu eve taşınmadan önce yoktu eminim) hiç dikkatimi çekmeyen bu kitap dikkatimi çekiverdi.

Sahi neydi bu?

Kitap değilmiş dergiymiş. Bu 9. Cildi ve 1949-1954 yılları arasında yayınlanmış. Derginin isim babası eski İstanbul valilerinden Fahrettin Kerim Gökay. Vali olmadan kısa süre önce kurulan dergiye isim babası oluyor ve dergi kurulunca savcı soruşturma açtığında dergiyi savunuyor, vali olduğunda da destek veriyor. Kurucusu Orhan Karaveli ve kardeşi.

Sıcak yatağımda, vay arkadaş nasıl yahu diye şaşırarak künyeyi incelerken ooo ne isimler ne isimler. Oktay Akbal, Selim Sırrı Tarcan, Peyami Safa. Üstelik o beş yıllık sürede yok satmış bu dergi. Amerika’da o dönem benzeri çok ve bizim bu salahiyetli rehberimiz de sık sık o dergilerden yazılar alıp çevirmiş, sanırsın bir küçük Amerikayız. 😂

Dergiyi karıştırırken bir yandan kıkır kıkır gülüyorum çünkü çok komik. Peyami Safa’nın cinsi olarak nefislerine yenik düşüp kız olmaktan vazgeçen kadınları üç kategoriye ayırdığı Sözde Kızlar başlıklı müthiş bir yazısı var mesela. Ben birinci kategorideymişim, şahsım hakkında mühim bir bilgi edindim bu sayede. Sonra pek tabii erkeği mutlu etmenin yolları, daha fazla terzi parası nasıl koparılır tüyoları, kadın neden çocuk bakmalı ve çalışmamalı konulu “bilimsel incelemeler”, pek zavallı bir ruh olarak kadınların erkekleri bekletirken yaşadıkları tatmin duygusunun sosyolojik kökenleri….

Seksolojide 1950’ler kadını her yönüyle var ama seks yok inanır mısınız? Çünkü seks çok ayıp bir şey. Adı Seksoloji olup sansüre takılmamak için konuya girmemenin müthiş bir örneği, adeta “her şey seksle alakalıdır, seksin kendisi hariç” lafının elde tutulur hali.

Tabii bu tek cilt ve tümünü okumadım ama yanımda uyanıp “ne gülüyorsun ya kıkır kıkır” diyen adamla, bu kitap kimin tartışmasına giriştik. Burası onun baba evi, bu kimin olabilir? Babanın? Asla imiş. Büyük abinin? Kesinlikle asla! Annenin? Fevkalâde aslaaa! 😂

Velhasıl bu kıymetli eserin meçhul sahibi her kimse bilemeyeceğiz, böyle şeyleri kimse sahiplenmez çünkü. Yalnız bunca yıl nasıl ortalıkta saklanmayı başardı bu cilt, ben de anlamadım. Hayır sırtında da ismi yazıyor, çok ayıp oldu seçkin mi seçkin misafirlerimize. 😝

Tanışırız elbet. :)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.