İlk Gerçeklik ve Geçiş Nesnesi
Kitabın altındaki örtü eşimin bebeklik battaniyesi. Bebeklikten beri korunan bir şeyinin olması çok güzel elbette. Ben de oğlumun ilk battaniyesini koruyorum. Bunu evde ilk çıkardığımızda hatırladı hemen. Aldı, açtı, köşesini sıktı, kokladı. Battaniyenin tam o köşesi daha çok yıpranmış zaten O hep sıkılan ve dişlenen köşe. Aradan 50 yıl da geçse bize aynı battaniyenin aynı köşesini hatırlatan o bilinçaltı var ya o, işte gerçekliğimizin de ilk farkına varışımız.
Önce sadece meme var. Bebeğe sunuluyor ama bebek onu sunulmuş gibi algılamıyor zaten. O meme bebeğin. Kelimenin tam anlamıyla bebek memeyi kendinin parçası sanıyor. Onu hem nesnel olarak kendinin sanıyor, hem de adeta büyüsel bir şey olarak kendinin. Yeterince iyi anne aslında memeye sığıyor. Tam acıktığı anda, tam istediği gibi emrine amade bir meme anne. Tüm bu ilişkide etkileşim yok aslında. Bebek kendinin olanı, bildiği tek gerçekliği kullanıyor.
Ancak bebeklik bozunan bir süreç. Kendi gerçekliği ile nesnel gerçeklik arasındaki makas açıldıkça bebek bunu bir “nesne” ile doldurmak zorunda. Duyusal olarak doymalı. Nesneyi sıkmalı, dokunmalı, ısırmalı, hor kullanmalı, koklamalı ve görmeli. Hani duyusal bütünleme diyorlar buna bildin mi? Heh işte o bütünleyeceği duyusallık geçiş sürecindeki nesneyi çok önemli kılıyor. Battaniye, yumuşak oyuncak hatta bir mendil. Yıkanması bile bebeğin gerçeklik alanına müdahale olabiliyor ve kaybolursa kıyamet kopmadı da bundan. Siz de tek gerçekliğiniz elinizden alınınca kıyameti koparmaz mısınız? Bebek onunla dış gerçekliğe tutunuyor.
Sonra bütün hayatı boyunca gerçeklikle kurduğu o ilk ilişki ve geçiş nesneleri ile kurduğu bağa göre yaşıyor işte. 🙂
Donald Winnicott
Oyun ve Gerçeklik
Metis Yayınları