Blog

Keşke Benim Evim de Yansaydı….

Biliyor musunuz benim hiç evim olmadı. (nereden bileceksiniz?)
Yani tapulu mapulu bir mülküm olmadı hiç. Çok da istedim yalan değil.

Sevdiğim neredeyse evim orası oldu. Çok ev değiştirdik, çok eve çok anılar bıraktık. Bugün Heybeliada sokaklarında gezerken “burası ilk seviştiğimiz ev, burada evlenince ev tuttuk, bu evde oğluma hamile kaldım,  şu evde otururken Umur doğdu, aa bu ev Ati’nin adadaki ilk evi, bak bu konakta üç kış oturmuştun” …. diye uzayan sohbetler yapıyoruz.
Bunlar bizim evlerimiz işte.

Hiç evi olmamış ben (ev derken tapu tapu,  bildin mi?) hatta bir evle kök-bağı olmayan ben BİLE,  bir yetkilinin çıkıp “öyle evler yapacağız ki, keşke benim evim de yansaydı diyecekler” demeci karşısında şaşkınlıktan kalakalıyorum.

Ben bile biliyorum yahu, ev dediğin dört duvar bir tavan değil. O duvarlarda ailenin kokusu var, o mutfakta gelişti tüm damak tadın, o kurulan sofra senin, o albümler, o göğsüne sımsıkı bastırıp eve getirdiğin kitap, o kenarı kırık vazodan vazgeçemeyişin, o tezgahtaki sarı bez, tavandaki sıva döküntüsü. İşte ev bu, bu bir aradalık, bu yalnızlık, bu aidiyet. Kaybettiklerin, kazandıkların ve hepsinin ortalamasından çıkan hayat!

Bunu anlamayan gider betona tapar, ne diyeyim?  Bu yaştan sonra ev ne, yuva ne, biz mi öğreteceğiz?

Tanışırız elbet. :)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.