Kitap

PORNOGRAFI / WITOLD GOMBROWICZ

Kasım’da “ince” kitaplarımla rekora koşacağım derken vallahi ciddi değildim Tanrım beni kitapla lanetleme. Amen.

208 sayfalık Pornografi’yi öyle şıp diye okuyup bitiremedim. Çünkü yaşlı organizmaların “genç” organizmalara duyduğu nefreti sindirmem gerekti. Hayır bunu bilmediğinden değil de, ilk kez bir kitapta insanın içindeki karanlığı -ki onlar buna olgunluk diyor- gençler üzerinde pornografik bir deneye dönüştürmelerini okudum.

Pornografi (ıyy sevmeyiz değil mi?) aslında hayatın bütünlüğünü parçalayan ve bizi aynayla karşı karşıya bırakan şey. Uzun süredir ölüm pornosu üzerine düşünüyorum ve savunduğum bir şey var. Mesela bir insan profilinde ölmüş hayvan ve insan fotoğrafları paylaşıyorsa ölümün pornografik tarafı ilgisini cezbetmiştir. Alan bebeği hatırlarsınız, onun cansız bedenindeki görsel görkem (!), o yatışın eşsizliği, o ölümün kaçınılmazlığı ve kıyıya vuruşundaki o bütün tanrısal bütünlüğü, adaleti, normal saydığımız tüm gündeliği sorgulatan masumiyet. Aaaa ileri gittin Rabia, o bebeğe bilinçli olduğumuz için paylaştık, çünkü Ege’de çatır çatır bebeler ölüyordu…. mu? Ölü bedeninizin bilinçli insanların elinde fotoğrafik bir malzeme olması bir pornografi değil mi? O tüm çaresizliği, hareketsizliği ve “durun bedenim kadar ölümüm de benimdir” diyememe hali…

Kabul etmeyebilirsiniz sadece düşünün derim. İntihar edene atla demek, kaza yapan bir araba gördüğümüzde arabadan fazlasını görme arzusu, başkalarına yaşamımızın iyi yanlarını gösterirken onların hayatını sürekli kurcalamamız. Ne görmeyi umuyoruz?

Severiz pornografiyi. Dürüst olalım. İnsanız çünkü. Yıkıcı, kötücül bir tarafımız var. “Kültür”ü de bununla baş edebilmek için geliştirdik, hayatta kalmamız gerekiyordu çünkü.

Zaten yazar da içinde içinde erotik nüve barındırmayan hiç bir düşüncenin insan doğasına uymadığı teziyle yazıyor romanını. İçerdiği çok derin ruhsal çözümlemeler olmasa cinayetle süslenmiş basit bir pastoral roman olabilirdi. Ama öyle değil. Okurken kimi sayfalarda şerbete düşmüş sinek gibi debelendim. Özellikle kilise ayininin kirletildiği, tanrının ve inancın ayaklar altına alındığı ama kimsenin anlamadığı o sahneyi kesinlikle unutmayacağım. Orada dünya sehif bir şekilde parçalanmasa ardından gelen pornografik oyun bu kadar etkili olamazdı.

Romanda genç bir çiftimiz var. Henia ve Karol. Gençliklerinin saflığı içinde farkında olmadan iki adamın arzu nesnesi oluyorlar ve farkında olmadan bir aşağılanmanın içinde buluyorlar kendilerini. Bu iki adamın oyunu öylesine aşağılayıcı ve delice ki, orada yetişkin kirliliğinin gençliğe besleyebileceği düşmanlığın tüm ahlaki sınırları yok edebileceğini görüyoruz. Zaten tanrısal huzuru bile (ayinde hem de) iki hareketiyle, ezilmiş solucan gibi kıvrandıran adamdan daha azını beklemek büyük iyimserlik.

Remzi’den sonra şu an Ayrıntı Yayınları basmış kitabı. Çağdaş Polonya edebiyatı ya da yeni bir Avrupa pornografisi eleştirisi diyelim. #çoksevdim. Zaten şu Polonya derinliğini seviyorum nedense.

Tanışırız elbet. :)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.